Zorunlu aşı uygulamalarına yönelik tartışmalar son yıllarda dünyada da ülkemizde de devam etmekteyken, Koronavirüs salgını ile bu tartışma bir kez daha gündeme geldi. Dünyanın mücadele ettiği pandemi için birçok insan virüse karşı aşının geliştirilmesini beklerken, dünyada ve Türkiye’de aşı karşıtı bireyler de bulunmaktadır. Zorunlu aşı faaliyetlerine ilişkin olarak bireylerin aşıyı reddetmesi durumunda devletler tarafından bazı yaptırımlar öngörülmektedir. Bu yaptırımlar idari para cezası türünde olmakla birlikte, kreş ya da okula kaydının yapılabilmesi için ebeveynlere çocukların zorunlu aşılarını olduğunu kanıtlama zorunluluğu getirilmiştir. Peki, zorunlu aşı faaliyetleri kapsamında eğitim – öğretim hakkına ilişkin bu yönde bir sınırlandırılma getirilebilir mi?
Aşı, Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliği’ne göre “immünolojik ürün” olarak ifade edilmektedir. Aşılar “zorunlu aşılar” ve “yapılması tavsiye edilen aşılar” olmak üzere ikiye ayrılır. Zorunlu aşı faaliyetlerinde asıl olarak dikkat edilmesi gereken nokta amaçlanan kamu yararı ile bireyin vücut bütünlüğünün korunması arasındaki dengedir. Toplumun bulaşıcı hastalıklardan korunması amacıyla yürütülen zorunlu aşılama faaliyetleri idarenin kolluk faaliyetleri kapsamında, sağlık unsuru içerisinde yer almaktadır. Zira kamu düzenini sağlamakla yükümlü idare toplumdaki genel sağlığın korunması için birtakım önlemler almak zorundadır. Bu önlemlerden biri de salgın hastalıkların önüne geçmek ve toplumu bulaşıcı hastalıklardan korumak için yapılan aşılama faaliyetleridir. Sağlık Bakanlığı tarafından düzenlenen Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında çocuklar doğumlarından itibaren bazı hastalıklara karşı aşılanmaktadır.
Anayasa m. 56’ya göre “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir”.
Anayasa’nın 17’nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ise , “tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz”.
Türk Medeni Kanunu’nun 24’üncü maddesine göre “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
Anayasa m. 17’ye baktığımızda kişinin rızası olmadan vücut bütünlüğüne dokunulabilmesi için iki hal öngörülmüştür. Bu haller ise “tıbbi zorunluluklar” ve “kanunda yazılı haller”dir. Madde metninde “tıbbi zorunluluğun” tanımı yapılmadığı için bu noktada ve “kanunda yazılı haller” ifadesi ile kanun koyucuya Anayasal çerçeve içerisinde takdir yetkisi tanınmıştır.
Türk Medeni Kanunun 24. Maddesinde ise kişilik haklarının zedelenmesi ancak “kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası”, “daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar” ya da “kanunun verdiği yetkinin kullanılması” durumlarından birinin varlığı halinde hukuka uygun olmaktadır. Zorunlu aşı faaliyetleri “daha üstün nitelikte kamusal yarar” kavramı kapsamında değerlendirilmelidir.
Anayasa’nın 17’nci maddesine göre, zorunlu aşı uygulamasının gerçekleştirilebilmesi için, bu uygulamanın kanunda açıkça düzenlenmesi gerekir. Türkiye’de çiçek aşısı dışında kanunda açıkça zorunlu olduğu düzenlenen bir aşı bulunmamaktadır. Mevzuatta zorunlu olduğu belirtilen tek aşı çiçek aşısıdır. Sağlık Bakanlığı Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında uygulanan diğer zorunlu aşılar bakımından idare kanundan almadığı bir yetkiyi kullanmaktadır. Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında çocuklara zorunlu olarak yapılması öngörülen aşılar kanunilik şartını taşımamaktadır. Anayasa Mahkemesi de, zorunlu aşıya ilişkin tüm kararlarında vücut bütünlüğünün korunması hakkını hem AİHS m.8, hem de Anayasa m.17 kapsamında değerlendirmiştir. Mahkeme, toplum sağlığının korunması için tedbirler alma görevi verilmişse de, somut olarak her zorunlu tutulacak aşı için ayrı ayrı kanuni düzenlemenin varlığının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuyu AİHS 8. Maddede yer alan “özel yaşama saygı hakkı” değerlendirmekte ve kararlarında, zorunlu aşı uygulamasının kanuni dayanağının bulunması gerektiği vurgulamaktadır.
Zorunlu aşı faaliyetleri idarenin kolluk yetkileri kapsamında olup devlet tarafından yerine getirilmekte ve bireylerin bu aşıları reddetmesi durumunda ülkeden ülkeye değişmekle birlikte bazı yaptırımlar öngörülebilmektedir. Bu bağlamda çocuklara yapılması zorunlu tutulan aşıların yaptırılmaması durumunda eğitim hakkının sınırlandırılması da söz konusu olmaktadır. Pekala, Türk hukuk mevzuatı açısından böyle bir sınırlandırılmaya gidilmesinin dayanağı var mıdır? AİHS Ek 1 No.lu Protokolün 2. Maddesinde hiç kimsenin eğitim hakkından yoksun bırakılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Yine Anayasa m.42’de de kimsenin eğitim – öğretim hakkından yoksun bırakılamayacağı düzenlemekle birlikte, mezkur maddenin ikinci fıkrasında öğrenim hakkının kapsamının kanunla tespit edilip düzenleneceği de belirtilmektedir. Ayrıca madde de, eğitim öğretim hürriyetinin Anayasa’ya sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı ifade edilmektedir. Söz konusu düzenlemelere bakıldığında eğitim – öğretim hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kanunla sınırlandırılabileceği görülmektedir. Ancak Anayasa m.13 uyarınca “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”. Dolayısıyla zorunlu aşı faaliyetleri sebebiyle eğitim – öğretim hakkına yönelik yapılacak sınırlamanın mezkur madde de belirtilen ölçütlere uygun olması gerekir. Anayasa Mahkemesi de eğitim hakkının mutlak bir hak olmadığını ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceğini ifade etmektedir. Zira aşılamadaki amaç tek tek bireyleri hastalıklardan korumanın ötesinde toplum bağışıklığını sağlayarak genel sağlığın korunmasıdır. Genel sağlığın korunamayıp bulaşıcı hastalıkların yayıldığı bir toplumda bireylerin eğitim – öğretim hakkından yararlanması da zorlaşacaktır. Bu sebeple şartları oluştuğunda eğitim – öğretim hakkının kanunla sınırlanması halinde bu hakkın özüne dokunulması da söz konusu olmayacaktır. Kanaatimizce, zorunlu aşı faaliyetleri ile gaye edinilen genel sağlığın korunmasına ilişkin kamu yararı ile eğitim- öğretim hakkının sınırlandırılması arasında makul bir denge kurulmalıdır.
Detaylı bilgi almak için, online avukat danışma hizmeti kapsamında yazının sahibi uzman avukatımıza aşağıda bulunan buton aracılığıyla sorunuzu sorabilirsiniz.
Comentarios