Normal koşullar altında bir kimsenin ölü olup olmadığı, ceset üzerinde yapılacak değerlendirme sonucunda hekim tarafından tespit edilir ve ölü hakkında ölüm belgesi düzenlenir. Bundan sonra Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun (NHK) 31’inci maddesine göre; orada yetkili sayılan makamlar, ölüm olayını Genel Müdürlüğe veya Nüfus Müdürlüğüne bildirirler.
Bununla birlikte öyle olaylar vardır ki, bir kimsenin cesedi veya bir parçası hiç kimse tarafından görülememiş veya bulunamamış, bir ceset bulunsa da teşhis edilememiş olsa bile, o kimsenin ölümüne kesin gözüyle bakılabilir. Ülkemizde yaşanan deprem felaketi de bu olaylardan sayılabilir.
Kişinin öldüğünün kesin olarak düşünüldüğü ancak cesedinin bulunamadığı hallere ilişkin olarak kişinin kişiliğinin sona ermiş olup olmadığına yönelik bir belirsizlik doğabilir. Bu durumlarda hukuk sistemimiz belirli yollar öngörmüştür. İlk olarak Türk Medeni Kanun’un (TMK) 31. Maddesinin incelenmesi uygun olacaktır. İlgili madde “ölüm karinesini” düzenlemektedir. TMK’nun 31’inci maddesinde bir kimsenin, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolması ihtimalinde, cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılacağı şeklinde bir sonuç kabul edilmiştir.
Bu açıklamalar çerçevesinde TMK md 31 özellkle kanunen düzenlenen bir varsayım halidir. Özellikle TMK m. 31’de belirtilen; ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolma koşulunun ispat edilmesi, artık aksine bir durumun söz konusu olamayacağı düşüncesi söz konusudur. Nitekim TMK m. 44/f. I uyarınca o yerin en büyük mülki amirin emriyle de kütüğe ölü kaydı düşülmektedir. Böylece TMK 32. maddede düzenlenen gaiplikte olduğu gibi yargı yoluna gitme, belirli bir sürenin geçmesini bekleme ve ilan gibi uzun bir prosedüre ihtiyaç duyulmamaktadır. Ancak bu husus kesin bir hüküm teşkil etmemektedir. Kişinin gerçekten ölü olduğu ancak bunun başka bir tarihte gerçekleşmiş olduğu ya da aksine sağ olduğu gerçeğinin tespitinin mahkemeden istenebileceği veya kanıtlanabileceği de açıktır.
Ölüm Karinesi Hangi Şartlarda Uygulanabilir?
Ölüm karinesi çerçevesinde bir kişinin gerçekten ölmüş sayılması için gerçekleşmesi gereken iki maddi koşul gerekmektedir.
1- Kişinin ölümüne kesin gözüyle bakılmasını gerektiren durumlar içinde kaybolması
2- Kişinin cesedinin bulunamamış veya bir ceset bulunsa bile bu cesedin teşhis edilememiş olmasıdır.
Kişinin Ölümüne Kesin Gözüyle Bakılmasını Gerektiren Durumlar Nelerdir?
Kişinin kaybolmasına yol açan olaya ilişkin belirtilerin, artık kişinin hiçbir surette hayatta olamayacağı sonucuna götürmesidir. Ölüme yol açan olay doğal afet, trafik veya uçak kazası veya aranması zor bölgelerde kaybolma gibi pek çok olay sayılabilir. Sadece bu olayın yaşanması yeterli değildir. İkincil emareler yani gerçekleşen olayda tespit edilebilen kişilerin fiziki durumu, ifadeleri de bizzat önemlidir. Ölümüne kesin gözle bakılma için öğretide, kişinin öldüğüne ilişkin olarak en ufak bir kuşkunun duyulmadığı hallerin bu kapsamda olacağı ifade edilmiştir. Zaten bu kesinliğin aranması da ölüm karinesi ile gaiplik arasındaki farklardan en önemlisidir.
Kişinin Ölümü Olasılığının Yüksek Ancak Kesin Olmadığı Durumlarda Ne Yapılmalı?
Ölüm karinesinin istisnai hallerde uygulama bulabilmesiyle, kişinin ölümüne kesin gözüyle bakılmasını gerektiren durumlar içine; kişinin “ölmüş olabileceği halleri” de dâhil etmek mümkün değildir. Olabilirlik veya olasılık, kendi içinde kişinin yaşaması ihtimalini de içerdiğinden, böyle bir şüphe, kanunda düzenlenmiş olan başka bir hukuki kurum olan gaiplik sürecinin işletilmesini gerektirir.
Ölüm Karinesi Söz Konusu Olduğuna İşletilecek Prosedür Nedir?
Kişinin ölümü doğrultusunda kesin bir kanı varsa ve cenazesinin bulunamadığı durumlarda yapılması gerekenler TMK 44. maddede düzenlenmiştir. TMK m. 44’te, cesedi bulunamayan kişinin ölüm kütüğüne kaydedilmesiyle ilgili olarak “Bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde ortadan kaybolursa cesedi bulunamamış olsa bile, o yerin en büyük mülkî amirinin emriyle kütüğe ölü kaydı düşürülür. Bununla birlikte her ilgili, bu kişinin ölü veya sağ olduğunun mahkemece tespitini dava edebilir.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu hükümden anlaşıldığı üzere, kişi hakkında ölü kaydının düşülmesi yönünde bir idari işlem yapılması gerekmektedir. Burada gaiplikte olduğu gibi bir mahkeme kararına gerek bulunmamaktadır. Ancak uygulamada istenilirse mahkemeden bir karar da alınabileceği ifade edilmiştir.
Nüfus Hizmetleri Kanunu konuyla alakalı daha detaylı bir düzenleme yapmıştır. NHK md.32 şu şekildedir:
Bir kimse ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa, cesedi bulunamamış olsa bile müracaat edilen yerin mülkî idare amirinin emri ile ölüm tutanağı düzenlenerek ölüm olayı işlenir. (2) Bu madde uyarınca işlem yapılabilmesi için ölüm karinesi bulunan kişinin alt veya üst soyundan bir kişinin ya da kardeşlerinin, bunlar yoksa mirasçılarının dilekçe ile başvurarak olayı belgelendirmeleri ya da yetkili makamların durumu resmî bir yazı ile nüfus müdürlüğüne bildirmeleri gereklidir. (3) Dilekçeye ekli belgeler ve gerektiğinde nüfus müdürlüğünce yaptırılacak soruşturma olayın doğruluğunu ve öldüğü iddia edilen kişinin de olayın meydana geldiği sırada orada bulunduğunu kanıtlamaya yeterli görülürse mülkî idare amirinin emri ile ölüm kaydı düşülür.
Kanun, mülki idare amirinin, re’sen değil; hakkında ölü kaydı düşülecek olan kişinin alt veya üst soyundan bir kişinin ya da kardeşlerinin, bunlar yoksa mirasçılarının dilekçe ile başvurarak olayı belgelendirmeleri ya da yetkili makamların durumu resmî bir yazı ile nüfus müdürlüğüne bildirmeleri üzerine harekete geçeceği açıklamaktadır.
Ölüm Karinesinin Doğurduğu Sonuçlar Nelerdir?
Kişinin hangi andan itibaren vefat ettiğinin kabul edileceği hususunda kanunda ve içtihatta herhangi bir açıklık olmamakla beraber doktrinde TMK md 35 de düzenlenen “gaiplik” hükümlerinin kıyasen uygulanacağı görüşü hakimdir. İlgili maddeye göre Gaiplikle ilgili TMK m. 35’deki “ Gaiplik kararı ölüm tehlikesinin gerçekleştiği veya son haberin alındığı günden başlayarak hüküm doğurur” hükmü kıyasen uygulanarak, ölü kaydının, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren olay anına kadar yürütüleceği doktrinde yoğun olan görüştür. Bu andan itibaren ölüme bağlı sonuçlar aile, miras ve kişiler hukuku bakımından istisnasız geçerli olacaktır.
Birlikte Ölüm Karinesi Nedir?
Açıkça belirtmek gerekir ki ölüm karinesi ile birlikte ölüm karinesi arasında açıkça fark vardır. Bu iki karine birbirinden farklılık teşkil etmektedir. Birlikte ölüm karinesi TMK’nun 29. Maddesinde düzenlenmektedir. İlgili hüküm aslında sağ olmanın ve ölümün ispatını düzenlerken bir karine öngörmüştür. Kanun hükmü şu şekildedir:
Bir hakkın kullanılması için bir kimsenin sağ veya ölü olduğunu veya belirli bir zamanda ya da başka bir kimsenin ölümünde sağ bulunduğunu ileri süren kimse, iddiasını ispat etmek zorundadır.
Birden fazla kişiden hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse, hepsi aynı anda ölmüş sayılır.
Birden fazla kişi ölmekle birlikte, hangisinin önce veya sonra öldüğünün tespit edilememesi söz konusudur. Bu durumda birden fazla kişinin aynı anda öldüğü varsayılmaktadır (TMK m. 29/ II). Sırası tespit edilemeyen ölümlerin aynı olay içinde veya aynı yerde meydana gelmiş olması aranmaz.
Söz konusu durum hayatın olağan akışı içerisinde oluşabilir. Trafik kazaları, zehirlenmeler, deprem felaketi ve diğer doğal afetlerde bu durum gerçekleşebilir. Karinenin gerçekleşmesi için şartlar şu şekildedir.
1- Birden fazla kişi vefat etmiş olmalıdır.
2- Ölüm karinesinden farklı olarak ölen kişilerin cenazesi mevcut olmalıdır.
3- Cenazeler üzerinde yapılan inceleme neticesinde ölüm saatinin belirlenmesi tıbben mümkün olmamalıdır.
Söz konusu karine eşler arasında mirasçılık hükümleri, miras hukuku, aile hukuku gibi alanlarda önem teşkil etmektedir. Önce ölen - sonra ölen hesabının yapılması ile mirasçılık sıfatları değişebilir. Nitekim Yargıtay 8. Hukuk dairesinin 11.04.2011 tarihli 2010/4114 E. 2011/2038 K. sayılı kararı şu şekildedir:
“…Eşlerin birlikte ölümüyle katılma rejiminin sona ermesi halinde hangisinin diğerinden önce veya sonra öldüğü belirlenemiyorsa, bunların aynı anda ölmüş oldukları karinesi geçerli olacaktır. Ölümle miras edinme ehliyeti ve kişilik son bulduğundan birinin ölümü anında, diğer eş sağ olmadığı için eşler birbirinin mirasçısı veya vasiyet alacaklısı olamayacaktır. Buna karşın eşlerin katılma alacakları miras haklarından ayrı olduğundan katılma rejimi birlikte ölüm karinesi gereğince eşlerin ölümü anında sona erecek, ancak ölümle sona eren katılma rejiminin tasfiyesi sonunda katılma alacağı veya alacakları doğarsa, bu alacak hakları eşlerin kanuni mirasçılarına intikal edecektir. Çünkü aynı anda ölenlerin birlikte ölüm karinesi gereğince birbirlerine mirasçı olamayacakları kural ise de bu kişilerin her birinin mirası kendi mirasçılarına geçecek, dolayısıyla bu mirasçılar katılma alacağı borçlusu eşin mirasçılarından katılma alacağıyla ilgili miras haklarını talep edebileceklerdir. Birlikte ölen eşlerin mirasçıları varsa katılma alacağına ilişkin haklarını diğer eşin mirasçılarından talep edebileceklerdir. Mal rejiminin ölüm sebebiyle sona ermesi halinde, katkı payı alacağına konu dava konusu taşınmazın hangi mal rejimine tabi olduğu nazara alınmaksızın 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulanır…”
Sonuç olarak kişinin cenazesinin bulunamadığı durumlarda veya ölüm saatinin tıbben tespit edilemediği durumlarda yapılması gerekenler ve karine teşkil eden durumlar açıklanmıştır. Ayrıca daha uzun ve farklı bir prosedür gerektiren gaiplik konusu ilerideki yazılarımızda işlenecektir.
Konu ile ilgili sorularınızı uzman avukatımıza sormak için aşağıdaki bölümden online avukat görüşme randevusu oluşturabilirsiniz.
Commentaires